26 Ekim 2025 Pazar

Kişisel - Blogum 12 Yaşında !

 Herkese merhabalar efenim,

Zaman hızlıca akıp giderken blogum 12.yaşı için her yıl yaptığım geleneksel kutlamayı ve değerlendirmeyi yapmayı unutmuşum.Şimdi blog yazısını yazınca yapmadığımı hatırladım açıkçası.1 ay geriden yapmış olucam ama yine de geleneksel olduğu için yapalım istiyorum.Bu blog benim çocuğum gibi resmen 12 yaşında kocaman bir çocuğum var diyebilirim.Dile sığmayan 12 yıl !

Peki bu yıl hayatımda neler oldu neler yaptım biraz bundan bahsedeyim , yılın küçük bir özetini geçeyim istiyorum.

1-Amasya Köseler Doğa Gezisi


2-İlk Üniversite Gezim : Ankara - Eskişehir


3-Karadeniz Kitap Fuarı ve Ahmet Ümit İle Tanışma


4-Cadılar Bayramı Punch Atölyesine Katıldım


5-Anya Şef İle Meze Workshobuna katıldım


6-GAP Turuna katıldım ( Gaziantep,Şanlıurfa,Mardin,Diyarbakır)


7- Gürcistan Tiflise gittim


8- Balkanlar Turuna Katıldım (Belgrad,Saraybosna,Karadağ,Arnavutluk,Makedonya)


9-Antalya Olimpos Gezisine katıldım


10-Antalya Otel Tatili



11-Giresun Mavigöl Turu


12-Bilim Kurgu Kulübünde FRP Oyun gecelerine katıldım


13-Pilatese başladım

















Kitap - Bi Dünya Kitap Kulübü İle Ekim Ayı Kitabı Sonra Gözler Görür Hikmet Hükmenoğlu

 Herkese merhabalar efenim,

Çağdaş Türk edebiyatının dikkat çeken isimlerinden Hikmet Hükmenoğlu, kurgularındaki yenilikçi yaklaşımı ve karakter derinliğiyle tanınıyor. Sonra Gözler Görür, yazarın edebiyat dünyasındaki kendine has sesini ortaya koyduğu eserlerinden biri. Roman, hem bireysel hem de toplumsal sorgulamalarla örülü, düşündürücü ve sürükleyici bir anlatı sunuyor.

Roman, bir yandan bireylerin kişisel hikâyelerine odaklanırken, diğer yandan hayatın belirsizliklerini, insanların içsel hesaplaşmalarını ve toplumsal dinamikleri gözler önüne seriyor. Karakterlerin yaşadığı ikilemler, geçmişin gölgeleri ve geleceğe dair umutlar; anlatının omurgasını oluşturuyor.

Kitap boyunca “gerçek” ile “algı” arasındaki sınırlar sık sık bulanıklaşıyor. Bu da okura hem karakterlerin iç dünyasını keşfetme imkânı tanıyor hem de insanın kendi hayatına dair sorular sormasına yol açıyor.

Sonra Gözler Görür, yalnızca bir roman değil; aynı zamanda insan ruhuna tutulan bir ayna. Hikmet Hükmenoğlu, bu eserinde hem bireysel hem toplumsal düzeyde güçlü bir sorgulama yapıyor. Okurunu düşündüren, sarsan ve kalıcı izler bırakan bir kitap arıyorsanız, bu roman mutlaka okunmalı.


23 Ekim 2025 Perşembe

Gerilim Filmi : Enter The Void

 Herkese merhabalar efenim,

Film, Tokyo’da yaşayan genç bir Amerikalı olan Oscar’ın hikayesini anlatır. Oscar, kız kardeşi Linda ile birlikte zor bir çocukluk geçirmiş, hayatını uyuşturucu ticaretiyle sürdürmektedir. Bir polis baskını sırasında vurularak öldürülür. Ancak hikâye burada bitmez — tam tersine, asıl şimdi başlar.

Oscar’ın ruhu bedeninden ayrılır ve Tokyo’nun neon ışıkları arasında dolaşmaya başlar. Kendi ölümünü, geçmişini ve kardeşinin kaderini yukarıdan, adeta bir gözlemci gibi izler. Gaspar Noé, bu ruhani yolculuğu hem görsel hem de duygusal anlamda büyüleyici bir şekilde işler.

“Enter The Void”, sinemanın sınırlarını zorlayan bir yapım. Neredeyse tamamı birinci şahıs bakış açısından anlatılıyor; yani seyirci, Oscar’ın gözlerinden dünyayı görüyor. Filmin kamerası adeta ruh gibi süzülüyor — duvarların, tavanların, şehir ışıklarının arasından kayıp gidiyor.

Gaspar Noé’nin bu filmde kullandığı floresan renk paleti, psikedelik geçişler ve uzun plan sekanslar, izleyiciyi hipnotize eder nitelikte. Tokyo’nun gece hayatı, rüya ile kabus arasında gidip gelen bir atmosferle resmediliyor.

“Enter The Void” yalnızca ölüm sonrası yaşamı değil, aynı zamanda varoluşun döngüsünü de sorguluyor. Film, Tibet’in “Ölüler Kitabı”ndan esinlenerek ruhun ölümden sonra geçirdiği aşamaları sinematik bir dile dönüştürüyor.

Gaspar Noé, ölümün bir son değil, bir geçiş olduğunu; her ruhun tekrar tekrar doğabileceğini anlatıyor.

Gaspar Noé’nin “Enter The Void”i, bir filmden çok bir ruhani deneyim. Görsel olarak büyüleyici, felsefi olarak sarsıcı ve duygusal olarak derin. İzlerken kayboluyor, bittiğinde yeniden doğuyorsunuz.






22 Ekim 2025 Çarşamba

Kitap - Billy Milligan'ın Zihinleri Daniel Keyes

 Herkese merhabalar efenim,

1977 yılında ABD’nin Ohio eyaletinde, Billy Milligan ismindeki bir adam, üç kadına tecavüz etmekle suçlanır. Ancak olaylar ilerledikçe Milligan’ın zihninde bir değil, tam 24 farklı kişiliğin olduğu ortaya çıkar. Savunma avukatları, Billy’nin bu suçları işlerken başka bir kimliğe büründüğünü ve yaptıklarının farkında olmadığını öne sürer. Bu savunma, hukuk tarihine geçen bir ilke imza atar ve Billy Milligan, akıl hastanesine yatırılan ilk sanık olur.

Kitap boyunca Billy’nin zihninde yaşayan farklı kişiliklerle tanışıyoruz:

Arthur: İngiliz aksanıyla konuşan, mantıklı ve zeki bir kişilik.

Ragen: Sırp kökenli, şiddete meyilli, güçlü bir figür.

Adalana: Utangaç, içine kapanık bir genç kız.

Tommy, Allen, Christene, Shawn ve daha birçok farklı kişilik, Billy’nin zihninde yaşamaktadır.

Daniel Keyes, psikolojik rahatsızlıkları yalnızca bir suç unsuru olarak değil, insan psikolojisinin derinliklerine inerek anlatıyor. Kitap boyunca Billy’nin çocukluk travmaları, psikiyatri kliniklerinde geçirdiği zamanlar ve hukuk süreci detaylı bir şekilde ele alınıyor.



21 Ekim 2025 Salı

Gerilim Filmi : The Green Inferno

 Herkese merhabalar efenim,

Eli Roth’un 2013 yapımı The Green Inferno filmi, klasik korku sinemasına modern bir bakış getiriyor. Ancak bu film yalnızca vahşet sahneleriyle değil, aynı zamanda insanın “iyilik yapma” adı altında doğaya ve kültürlere nasıl zarar verebildiğini sorgulamasıyla da dikkat çekiyor.

Film, çevreci bir öğrenci grubu olan Justine ve arkadaşlarının Amazon Ormanları’na gidip bir şirketin ormanları yok etmesini protesto etmesiyle başlıyor. Fakat işler planlandığı gibi gitmiyor; dönüş yolunda uçakları düşüyor ve kendilerini yerli bir kabile tarafından esir alınmış halde buluyorlar. “Kurtarılmayı beklerken” aslında kendi medeniyetlerinin gerçek yüzüyle ve doğanın acımasız adaletiyle yüzleşiyorlar.

Eli Roth, Hostel serisinden tanıdığımız bir isim. Onun tarzı; rahatsız edici, mide bulandırıcı ama bir o kadar da düşündürücü sahnelerle doludur. The Green Inferno da bu anlamda tam bir Roth imzası taşır. Filmin şiddet dozu yüksek, bazı sahneler izleyiciyi yerinden zıplatacak kadar rahatsız edici. Ancak bu şiddet, sırf korkutmak için değil; izleyiciyi “medeniyet” kavramını sorgulamaya itmek için kullanılıyor.

Filmin alt metninde güçlü bir mesaj var: Aktivizm ve sosyal medya çağında, bazen neyi neden yaptığımızı unutabiliyoruz. Filmdeki öğrenciler doğayı koruma amacıyla yola çıkıyor ama hiçbirini gerçekten anlamıyorlar. Eli Roth burada ironik bir şekilde “iyi niyetli cehalet” eleştirisi yapıyor.

Amazon ormanlarının içinde çekilen film, doğanın güzelliğini ve tehlikesini aynı anda sunuyor. Canlı renkler, nemli atmosfer ve yerli kabilelerin detaylı kostümleri, filmin gerçeklik hissini artırıyor. Görsel olarak hem büyüleyici hem de tedirgin edici bir deneyim.

The Green Inferno, her izleyiciye hitap eden bir film değil. Şiddet ve gore (aşırı kanlı sahneler) türünü sevmeyenler için oldukça ağır olabilir. Ancak kültürel eleştirilerden, psikolojik korkudan ve çarpıcı görsellerden hoşlanan sinemaseverler için oldukça güçlü bir yapım.

The Green Inferno, yalnızca bir korku filmi değil; modern dünyanın ikiyüzlülüğünü tokat gibi yüzümüze vuran bir hikâye. Eli Roth, “korkunç olan şey gerçekten kabile mi, yoksa biz miyiz?” sorusunu ustalıkla izleyicinin zihnine kazıyor.

20 Ekim 2025 Pazartesi

Gerilim Filmi : The Taking Of Deborah Logan

 Herkese merhabalar efenim,

Korku türü içinde belgesel tarzında çekilen filmler, izleyiciyi gerçeklik hissiyle daha derinden sarsar. The Taking of Deborah Logan da tam olarak bu türde bir film. 2014 yapımı bu found-footage (buluntu film) tarzındaki yapım, ilk başta Alzheimer hastalığı üzerine hazırlanan bir belgesel gibi görünürken kısa sürede şeytani bir kabusa dönüşüyor.

Film, bir grup üniversite öğrencisinin Alzheimer hastalığı üzerine tez hazırlamak için yaşlı bir kadını, Deborah Logan’ı, ve kızını filme almasıyla başlıyor. Deborah, başlarda sıradan bir yaşlı kadın gibi görünür; zaman zaman hafıza kayıpları yaşasa da genel olarak sakindir.

Ancak çekimler ilerledikçe garip olaylar yaşanmaya başlar. Eşyalar kendi kendine hareket eder, Deborah geceleri tuhaf sesler çıkarır, garip semboller çizer. Kamera kayıtları ilerledikçe, bunların sadece bir hastalık belirtisi değil, karanlık bir varlığın etkisi olduğu anlaşılır.

Deborah’nın geçmişine indikçe, yıllar önce kasabada kaybolan bir çocuğun hikâyesi ve karanlık bir ritüel ortaya çıkar. Alzheimer ile şeytani bir varlığın ele geçirmesi arasındaki sınır gittikçe bulanıklaşır.

Film, Paranormal Activity veya The Blair Witch Project gibi buluntu film tarzını kullanıyor. Kameranın titrek görüntüleri, ışıkların aniden kesilmesi, gece görüş sahneleri… Tüm bu unsurlar, izleyiciye “gerçek bir olayı izliyormuşsunuz” hissini yaşatıyor.

Ayrıca film, şeytan çıkarma temasını klasik Hollywood klişelerinden uzak, soğukkanlı ve doğal bir şekilde işliyor. Ne kadar inandırıcıysa, o kadar korkunç hale geliyor.

The Taking of Deborah Logan, hem psikolojik hem de doğaüstü korku türünü ustaca harmanlıyor. Gerçekliğe yakın çekim tarzı, oyunculukların inandırıcılığı ve Alzheimer temasının derinliği, filmi sıradan korku yapımlarından ayırıyor.

16 Ekim 2025 Perşembe

Gerilim Filmi : The Woman In The Cabin 10

 Herkese merhabalar efenim,

Korku ve gerilim türünü sevenler için The Woman in the Cabin 10, bir cruise gemisinde geçen gizem dolu atmosferiyle izleyiciyi içine çeken bir film. Ruth Ware’in aynı adlı çok satan romanından uyarlanan yapım, seyirciyi “kime güvenebilirim?” sorusuyla baş başa bırakıyor. Psikolojik gerilim severlerin radarına girmesi gereken bir film.

Filmin ana karakteri Lo Blacklock, bir seyahat dergisi için çalışan genç bir gazetecidir. Prestijli bir cruise gemisinin açılış seyahatine katılır. Gemi, lüks odalar, seçkin konuklar ve kusursuz bir atmosferle doludur. Ancak her şey, Lo’nun yan kabinde bir kadının denize atıldığını görmesiyle değişir.

Lo, olayı yetkililere bildirir ama kimse ona inanmaz. Çünkü gemideki “Kabin 10” resmi listelere göre boş görünmektedir. Böylece Lo, hem kendi akıl sağlığını hem de gerçekleri sorguladığı bir çıkmazın içine sürüklenir.

Film, klasik bir “kapalı mekân gerilimi” örneği. Tıpkı Gone Girl ya da The Girl on the Train gibi, izleyiciyi karakterin zihninin içine hapseder. Deniz ortasında, hiçbir yere kaçamama hissi, klostrofobik bir atmosfer yaratır.

Gemi, adeta Lo’nun zihninin bir yansıması gibidir: parıltılı ama içinde karanlık sırlar saklıdır. Kamera açıları, titrek sahneler ve yankılanan ses efektleri, izleyicinin sürekli tedirgin hissetmesini sağlar.

The Woman in the Cabin 10, temposu zaman zaman yavaşlasa da, atmosferik gerilimi ve gizemli anlatımıyla izleyiciyi diken üstünde tutmayı başarıyor. Özellikle deniz, karanlık ve psikolojik temalarla örülmüş hikâyeleri sevenler için birebir.



Kişisel - Blogum 12 Yaşında !

 Herkese merhabalar efenim, Zaman hızlıca akıp giderken blogum 12.yaşı için her yıl yaptığım geleneksel kutlamayı ve değerlendirmeyi yapmayı...