Evet 15 Şubat tatilinde yemek yapmak,Kore dizi izleme ve elbette ders çalışmanın yanında kız kardeşimlede bol bol uğraşmak durumunda kalıyorum (benim bambaşka bir versiyonum) ama psikolojiye eğilimini ve araştırma ruhunu,merakını ablasından aldığından geçen evde onu bilgisayardan kaldırmaya uğraşırken bilgisayarda araştırdığı bir şeyi gördüm arkadaşları arasında bir sohbette duyduğu ve merak edip araştırdığı Elizabeth Bathory'nin hayatıydı ben ismini duymuştum ve kısmende hayatını biliyordum ama detaylar hakkında pek bir bilgim yoktu.Malumunuz psikoloji bölümünü düşündüğümü sık sık dile getiriyorum,seri katiller ve elbette ünlü şizofreni hastalarıda ilgi alanımda kardeşimin bu araştırmasıda benim merakımı kamçıladı ve dün bütün gün bu kadın hakkında konuştuk,hayatını okuduk ve en sonunda iki kardeş kadının hayatından ilham alınarak yapılan Kontes filmini izledik...Film genelde Türkleri kötülemek üzerine kurulmuş densede her millet kendini savunacak elbette aman ne güzel Türkler geldiler bizi deştiler yendiler hop lay lay şinanay demiyeceklerinden filmin bu kısmına aldırmayarak nasıl bir psikoloji eğilimin olduğunu daha doğrusu kadının hangi kafayı yaşayıp 612 bakire kızı kaçırıp kanlarını çekip bunla banyo yaptığını merak ettim,gerçekten yaşamış birimi yoksa filminde biraz abartılmış bilemedim ama psikolojiye eğiliminiz varsa kesinlikle izlenmesi gereken bir film...Gerçi önceden uyarı ya bir arkadaşınızla ya da tek başınıza izleyin çünkü filmin %40'ı sevişme sahnelerinden %60 kısmıda kanlı kısımlardan oluşuyor ailecek izlenecek bir şey değil elbette...
Ayrıca bu kadın Vampirlerin atası olarakta biliniyor Dracula bundan esinlenerek yazılmış diye biliyorum neyse biz gelelim bu psikopat karıya ve elbette filmimize...
Macaristan Krallığı’nın en ünlü soylu ailelerinden biri olan Bathory ailesinden gelen Kontes Elizabeth Bathory, tarihin en kötü şöhretli kadınları listesinde kuşkusuz ilk sıralarda yer alıyor. Bathory, 54 yıllık yaşamı boyunca işlediği korkunç cinayetler nedeniyle de dünyanın en ünlü kadın seri katili ünvanını taşıyor. 15 yaşındayken evlendirildiği kocası Ferenc Nádasdy’nin ölümünden sonra suç ortağı hizmetçileriyle birlikte yüzlerce (söylentiye göre 650) genç kızın işkence edilerek öldürülmesinden sorumlu tutulan Bathory, ömrünün kalan 4 yılını kendi şatosu olan Csejte’de küçük bir odaya hapsolmuş bir şekilde geçirdi. Cinayetleri bizzat işlettiği yardımcıları korkunç cezalar alırken Bathory bir soylu olduğu için ne yargı önüne çıkartılmış ne de söz konusu suçlardan hüküm giymiştir. Öte yandan Csejte şatosunda kapısı tuğlalara örülen bir odada unutulmaya terk edilen kontesin adını anmak bile yasaklanmıştır. Bathory’nin gençliğini koruyabilmek amacıyla bakire kızların kanlarıyla banyo yaptığı söylentileri onun uzak bir akrabası sayılabilecek Wallachia prensi Vlad Tepeş gibi bir vampir olduğuna inanılmasına yol açmıştır.Macarca ismiyle Erzsébeth Báthory, 1560 yılında doğdu ve çocukluğunu Ecsed şatosunda geçirdi. Macaristan’ın Osmanlılar ve Avusturyalılarla gerçekleştirdiği savaşların yaşandığı bu dönemde Bathory Latince, Almanca ve Yunanca dillerini iyi derecede bilen bir Protestan genç kız olarak yetiştirilmişti. Acımasızlığıyla şöhret kazanan kuzeni Transilvanya prensi Stephen gibi Elizabeth de çocukluğundan itibaren ani öfke nöbetleri geçirmekteydi. Araştırmacılar bunun aileden gelen genetik bir bozukluk olduğuna ve Bathory’nin epilepsi hastası olma ihtimaline inanıyor. Günümüzdeki tarih uzmanları ve psikiyatrlar Bathory’nin aynı zamanda cinsel kimlik bozukluğuna da sahip olduğunu belirtiyorlar. Henüz 14 yaşındayken hamile kalan Elizabeth, söylenene göre kadın ya da erkek istediği herkesle birlikte olabilmekteydi. Öte yandan Bathory’nin kimi akrabalarının da sicili pek parlak değildi. Halasının lezbiyen bir cadı, amcasının şeytana tapan bir simyacı ve erkek kardeşinin ise birlikte yalnız kalınmaktan korkulan bir cinsi sapık olarak tanınması Bathory’nin çevresinde öyküneceği yeterince kötü örnek olduğunu gösteriyor. Öte yandan çocukluğundan beri Elizabeth’le ilgilenen bakıcısının da kara büyüyle uğraşan ve ayinlerinde küçük çocukları kurban etmekten çekinmeyen biri olduğunu da eklersek Bathory’nin bu durumda bir seri katile dönüşmemesi neredeyse imkansızdı. Elizabeth, evlendikten sonra kocasının evlilik hediyesi olan Csejte şatosuna yerleşti. Şato etrafındaki birbirine bitişik 17 köy ve tarım arazileriyle çevriliydi ve Küçük Karpat dağlarının kayalıkları üzerinde yükseliyordu. Kocasının sürekli savaşta ve evden uzakta oluşu Bathory’i ticari ve politik konularla ilgilenmek zorunda bırakmıştı. Tarihçilere göre Bathory bu konuda da oldukça başarılıydı. Öte yandan Bathory güzelliğiyle övünmek, aynalar karşısında zaman geçirmek ve günde neredeyse beş defa kıyafet değiştirmekten de geri kalmıyordu. Bathory’nin babasından ve kocasından öğrendiği acımasızlığı sarayındaki hizmetçilere göstermesi ise en sıradan uğraşıydı. Yaşlanmaya başladığını düşündüğü andan itibaren cildini yenileyebilmek için kendini farklı büyülerle uğraşmaya verdiği de biliniyor.
Son olarak bunlar hep aşktan diyebiliriz kadın aşkına kavuşamayınca şizoya bağlıyor kısaca ahh kadınlar ahh...