30 Ekim 2025 Perşembe

Gerilim Filmi : Sinister Serisi

 Herkese merhabalar efenim,

Korku sinemasında birçok “evde geçen lanetli hikâye” vardır, ama Sinister serisi (2012 – 2015), bu türün en ürkütücü örneklerinden biri olarak öne çıkar. Scott Derrickson’un yönettiği ilk film ve Ciarán Foy’un devam ettirdiği ikinci film, sadece jump scare’larla değil, ruhsal bir karanlığı izleyicinin içine işlemesiyle hatırlanır.
Seri, sadece bir katilin değil, bir varlığın — Bughuul’un — izini sürer.

İlk filmde başrolde Ethan Hawke’ı, yani gerilim romanlarıyla ünlü yazar Ellison Oswalt’ı izleriz. Ellison, yeni kitabı için ilham bulmak amacıyla bir ailenin gizemli şekilde öldürüldüğü eve taşınır. Ancak tavan arasında bulduğu 8 mm’lik film makaraları, onu yavaş yavaş akıl sağlığını yitirdiği bir kabusun içine çeker.

Bu filmler, farklı ailelerin evlerinde işlenen cinayetleri göstermektedir. Ancak hepsinde ortak bir detay vardır: her görüntünün sonunda, bir çocuğun kaybolduğu görülür.
Kısa sürede Ellison, bu cinayetlerin ardında Bughuul adında antik bir iblisin olduğunu keşfeder. Bu varlık, çocukların ruhlarıyla beslenir — ve filmler aracılığıyla bir evden diğerine bulaşır.

Gaspar Noé’nin psikedelik vizyonuna benzer bir biçimde, Sinister da görsel anlamda rahatsız edici bir estetik sunar. Super 8 filmlerinin o solgun, titrek dokusu izleyiciye neredeyse fiziksel bir rahatsızlık verir.

Sinister, ses tasarımıyla da türünün en güçlü örneklerinden biridir. Arka plandaki düşük frekanslı uğultular, Bughuul’ün varlığını sürekli hissettirir. Film boyunca karakter kadar izleyici de bu lanetin içine çekilir.

İkinci filmde hikâye, Ellison’un olaylarından sonra başka bir aileye odaklanır. Courtney Collins (Shannyn Sossamon), ikiz oğullarıyla birlikte şiddet dolu geçmişinden kaçarak ıssız bir eve taşınır. Ancak burası, Bughuul’ün musallat olduğu evlerden biridir.

Bu kez korku, çocukların gözünden anlatılır. Dylan adlı küçük çocuk, rüyalarında ölü çocuklarla iletişim kurar ve onlardan gelen “film izleme” davetleriyle karanlığın içine sürüklenir. Bu noktada film, ilkine göre daha duygusal bir tona bürünür: annelik, koruma içgüdüsü ve travma gibi temalar ön plana çıkar.

Ellison’un araştırmalarını sürdüren Yardımcı Şerif So & So, bu lanetin kökenini çözmeye çalışırken, Bughuul’ün artık sadece görüntülerde değil, çocukların zihninde de yaşadığını fark eder.


27 Ekim 2025 Pazartesi

Dram Filmi : Bir Cumhuriyet Şarkısı

 Herkese merhabalar efenim,

Dün çocuklarla sinema gününde bu filmi izledik 29 Ekim haftası sebebiyle.

“Bir Cumhuriyet Şarkısı”, yalnızca bir dönem filmi değil; bir milletin yeniden doğuşunun, inkılapların heyecanının ve çağdaşlaşma ideallerinin içten bir melodisi gibi işliyor kalbe. 

Film, Cumhuriyet’in ilk yıllarında müzikle aydınlanma sürecini anlatıyor. Batı müziği ile geleneksel Türk müziği arasında köprü kurmaya çalışan bir grup genç müzisyenin hikâyesi, o dönemin ideallerine, umutlarına ve çatışmalarına ayna tutuyor. Hikâyenin merkezinde ise sanatın dönüştürücü gücü ve özgürleşmenin melodisi var.

“Bir Cumhuriyet Şarkısı”, nostaljik bir film olmanın ötesinde, bugün hâlâ geçerli bir mesaj taşıyor: Sanat, bir ulusun kalp atışıdır. Cumhuriyet’in idealleri, sadece siyasetle değil, müzikle, eğitimle, kültürle yaşar. Film, bu duyguyu seyircinin kalbine işliyor; izleyen herkesin içinde bir “Cumhuriyet melodisi” yankılanıyor.

Oyuncu kadrosu da dolu dolu bir film tanımadığım tek bir isim dahi yoktu.Adnan Saygun'nun o ilk ve ölümsüz eseri olan Özsoy Operasının yapılma aşamalarını çok güzel ve duygulu bir şekilde anlatan harika bir dram filmi diyebilirim.Ertan Sabanın kendisi de göçmen olduğu için çok iyi bir Atatürk olmuş.Konuşması ve bakışıyla birebir yansıttığını düşünüyorum.



26 Ekim 2025 Pazar

Kişisel - Blogum 12 Yaşında !

 Herkese merhabalar efenim,

Zaman hızlıca akıp giderken blogum 12.yaşı için her yıl yaptığım geleneksel kutlamayı ve değerlendirmeyi yapmayı unutmuşum.Şimdi blog yazısını yazınca yapmadığımı hatırladım açıkçası.1 ay geriden yapmış olucam ama yine de geleneksel olduğu için yapalım istiyorum.Bu blog benim çocuğum gibi resmen 12 yaşında kocaman bir çocuğum var diyebilirim.Dile sığmayan 12 yıl !

Peki bu yıl hayatımda neler oldu neler yaptım biraz bundan bahsedeyim , yılın küçük bir özetini geçeyim istiyorum.

1-Amasya Köseler Doğa Gezisi


2-İlk Üniversite Gezim : Ankara - Eskişehir


3-Karadeniz Kitap Fuarı ve Ahmet Ümit İle Tanışma


4-Cadılar Bayramı Punch Atölyesine Katıldım


5-Anya Şef İle Meze Workshobuna katıldım


6-GAP Turuna katıldım ( Gaziantep,Şanlıurfa,Mardin,Diyarbakır)


7- Gürcistan Tiflise gittim


8- Balkanlar Turuna Katıldım (Belgrad,Saraybosna,Karadağ,Arnavutluk,Makedonya)


9-Antalya Olimpos Gezisine katıldım


10-Antalya Otel Tatili



11-Giresun Mavigöl Turu


12-Bilim Kurgu Kulübünde FRP Oyun gecelerine katıldım


13-Pilatese başladım

















Kitap - Bi Dünya Kitap Kulübü İle Ekim Ayı Kitabı Sonra Gözler Görür Hikmet Hükmenoğlu

 Herkese merhabalar efenim,

Çağdaş Türk edebiyatının dikkat çeken isimlerinden Hikmet Hükmenoğlu, kurgularındaki yenilikçi yaklaşımı ve karakter derinliğiyle tanınıyor. Sonra Gözler Görür, yazarın edebiyat dünyasındaki kendine has sesini ortaya koyduğu eserlerinden biri. Roman, hem bireysel hem de toplumsal sorgulamalarla örülü, düşündürücü ve sürükleyici bir anlatı sunuyor.

Roman, bir yandan bireylerin kişisel hikâyelerine odaklanırken, diğer yandan hayatın belirsizliklerini, insanların içsel hesaplaşmalarını ve toplumsal dinamikleri gözler önüne seriyor. Karakterlerin yaşadığı ikilemler, geçmişin gölgeleri ve geleceğe dair umutlar; anlatının omurgasını oluşturuyor.

Kitap boyunca “gerçek” ile “algı” arasındaki sınırlar sık sık bulanıklaşıyor. Bu da okura hem karakterlerin iç dünyasını keşfetme imkânı tanıyor hem de insanın kendi hayatına dair sorular sormasına yol açıyor.

Sonra Gözler Görür, yalnızca bir roman değil; aynı zamanda insan ruhuna tutulan bir ayna. Hikmet Hükmenoğlu, bu eserinde hem bireysel hem toplumsal düzeyde güçlü bir sorgulama yapıyor. Okurunu düşündüren, sarsan ve kalıcı izler bırakan bir kitap arıyorsanız, bu roman mutlaka okunmalı.


23 Ekim 2025 Perşembe

Gerilim Filmi : Enter The Void

 Herkese merhabalar efenim,

Film, Tokyo’da yaşayan genç bir Amerikalı olan Oscar’ın hikayesini anlatır. Oscar, kız kardeşi Linda ile birlikte zor bir çocukluk geçirmiş, hayatını uyuşturucu ticaretiyle sürdürmektedir. Bir polis baskını sırasında vurularak öldürülür. Ancak hikâye burada bitmez — tam tersine, asıl şimdi başlar.

Oscar’ın ruhu bedeninden ayrılır ve Tokyo’nun neon ışıkları arasında dolaşmaya başlar. Kendi ölümünü, geçmişini ve kardeşinin kaderini yukarıdan, adeta bir gözlemci gibi izler. Gaspar Noé, bu ruhani yolculuğu hem görsel hem de duygusal anlamda büyüleyici bir şekilde işler.

“Enter The Void”, sinemanın sınırlarını zorlayan bir yapım. Neredeyse tamamı birinci şahıs bakış açısından anlatılıyor; yani seyirci, Oscar’ın gözlerinden dünyayı görüyor. Filmin kamerası adeta ruh gibi süzülüyor — duvarların, tavanların, şehir ışıklarının arasından kayıp gidiyor.

Gaspar Noé’nin bu filmde kullandığı floresan renk paleti, psikedelik geçişler ve uzun plan sekanslar, izleyiciyi hipnotize eder nitelikte. Tokyo’nun gece hayatı, rüya ile kabus arasında gidip gelen bir atmosferle resmediliyor.

“Enter The Void” yalnızca ölüm sonrası yaşamı değil, aynı zamanda varoluşun döngüsünü de sorguluyor. Film, Tibet’in “Ölüler Kitabı”ndan esinlenerek ruhun ölümden sonra geçirdiği aşamaları sinematik bir dile dönüştürüyor.

Gaspar Noé, ölümün bir son değil, bir geçiş olduğunu; her ruhun tekrar tekrar doğabileceğini anlatıyor.

Gaspar Noé’nin “Enter The Void”i, bir filmden çok bir ruhani deneyim. Görsel olarak büyüleyici, felsefi olarak sarsıcı ve duygusal olarak derin. İzlerken kayboluyor, bittiğinde yeniden doğuyorsunuz.






22 Ekim 2025 Çarşamba

Kitap - Billy Milligan'ın Zihinleri Daniel Keyes

 Herkese merhabalar efenim,

1977 yılında ABD’nin Ohio eyaletinde, Billy Milligan ismindeki bir adam, üç kadına tecavüz etmekle suçlanır. Ancak olaylar ilerledikçe Milligan’ın zihninde bir değil, tam 24 farklı kişiliğin olduğu ortaya çıkar. Savunma avukatları, Billy’nin bu suçları işlerken başka bir kimliğe büründüğünü ve yaptıklarının farkında olmadığını öne sürer. Bu savunma, hukuk tarihine geçen bir ilke imza atar ve Billy Milligan, akıl hastanesine yatırılan ilk sanık olur.

Kitap boyunca Billy’nin zihninde yaşayan farklı kişiliklerle tanışıyoruz:

Arthur: İngiliz aksanıyla konuşan, mantıklı ve zeki bir kişilik.

Ragen: Sırp kökenli, şiddete meyilli, güçlü bir figür.

Adalana: Utangaç, içine kapanık bir genç kız.

Tommy, Allen, Christene, Shawn ve daha birçok farklı kişilik, Billy’nin zihninde yaşamaktadır.

Daniel Keyes, psikolojik rahatsızlıkları yalnızca bir suç unsuru olarak değil, insan psikolojisinin derinliklerine inerek anlatıyor. Kitap boyunca Billy’nin çocukluk travmaları, psikiyatri kliniklerinde geçirdiği zamanlar ve hukuk süreci detaylı bir şekilde ele alınıyor.



21 Ekim 2025 Salı

Gerilim Filmi : The Green Inferno

 Herkese merhabalar efenim,

Eli Roth’un 2013 yapımı The Green Inferno filmi, klasik korku sinemasına modern bir bakış getiriyor. Ancak bu film yalnızca vahşet sahneleriyle değil, aynı zamanda insanın “iyilik yapma” adı altında doğaya ve kültürlere nasıl zarar verebildiğini sorgulamasıyla da dikkat çekiyor.

Film, çevreci bir öğrenci grubu olan Justine ve arkadaşlarının Amazon Ormanları’na gidip bir şirketin ormanları yok etmesini protesto etmesiyle başlıyor. Fakat işler planlandığı gibi gitmiyor; dönüş yolunda uçakları düşüyor ve kendilerini yerli bir kabile tarafından esir alınmış halde buluyorlar. “Kurtarılmayı beklerken” aslında kendi medeniyetlerinin gerçek yüzüyle ve doğanın acımasız adaletiyle yüzleşiyorlar.

Eli Roth, Hostel serisinden tanıdığımız bir isim. Onun tarzı; rahatsız edici, mide bulandırıcı ama bir o kadar da düşündürücü sahnelerle doludur. The Green Inferno da bu anlamda tam bir Roth imzası taşır. Filmin şiddet dozu yüksek, bazı sahneler izleyiciyi yerinden zıplatacak kadar rahatsız edici. Ancak bu şiddet, sırf korkutmak için değil; izleyiciyi “medeniyet” kavramını sorgulamaya itmek için kullanılıyor.

Filmin alt metninde güçlü bir mesaj var: Aktivizm ve sosyal medya çağında, bazen neyi neden yaptığımızı unutabiliyoruz. Filmdeki öğrenciler doğayı koruma amacıyla yola çıkıyor ama hiçbirini gerçekten anlamıyorlar. Eli Roth burada ironik bir şekilde “iyi niyetli cehalet” eleştirisi yapıyor.

Amazon ormanlarının içinde çekilen film, doğanın güzelliğini ve tehlikesini aynı anda sunuyor. Canlı renkler, nemli atmosfer ve yerli kabilelerin detaylı kostümleri, filmin gerçeklik hissini artırıyor. Görsel olarak hem büyüleyici hem de tedirgin edici bir deneyim.

The Green Inferno, her izleyiciye hitap eden bir film değil. Şiddet ve gore (aşırı kanlı sahneler) türünü sevmeyenler için oldukça ağır olabilir. Ancak kültürel eleştirilerden, psikolojik korkudan ve çarpıcı görsellerden hoşlanan sinemaseverler için oldukça güçlü bir yapım.

The Green Inferno, yalnızca bir korku filmi değil; modern dünyanın ikiyüzlülüğünü tokat gibi yüzümüze vuran bir hikâye. Eli Roth, “korkunç olan şey gerçekten kabile mi, yoksa biz miyiz?” sorusunu ustalıkla izleyicinin zihnine kazıyor.

Gerilim Filmi : House

 Herkese merhabalar efenim, Japon sinemasında korku denince akla genellikle hayalet hikâyeleri, kaygı dolu atmosferler ve yavaş yavaş tırman...