Herkese merhabalar efenim,
Dün akşam eve gidince güzel bi gerilim filmi seyrettim uzun bir zamandan sonra nasıl ve mutlu,huzurlu oldum anlatamam size.Hem kaliteli bi gerilim filmi bulduğumu düşündüğümden hem de uzun zamandır sinema akşamı yapamamıştım kendime.Pazartesi dahil 1 haftadır işteyim sömestirin ilk haftası acayip yoğun geçti ikinci haftası kurum tatil olduğu için.Tabi ben bazı günler nöbetleşe yine iş yerinde olacağım.Bu arada kız kardeşim geldi İstanbul'dan nihayet.İspanyaya gittiğinden beri yaklaşık 5 aydır kendisini görmüyorum,kendisiyle görüşmeyeli dolandırıldı,hiç bilmediği bir ülkede sokaklarda kalakaldı sonra geçenlerde de bayılmış kafasını vurmuş çocukcağımızın hala kafa travmasından dolayı başı dönüyormuş.Neyse en az 1 ay bizimle annemle ben ona kuzular gibi bakarız özledik keratayı.Tabi hemen gezme planları da yapıldı geçen seneden beri kurduğum hem şu Havza kaplıcaları olayını yapmak istiyoruz hem de Akdağ turuna kar oynamaya gitmek istiyoruz.Kafamda binbir planlar kuruldu şimdiden elbette ama hayırlısı bakalım.
Bu kadar güncel bilgiden sonra gelelim günün asıl konusu olan The Menu filmine.Son zamanlarda izlediğim en başarılı gerilim filmlerinden bir tanesiydi bence.Sınıf ayrımını ve kült tarikat kavramına başka bir boyuttan bakan değişik bir filmi.Baş rollerde Voldemort olarak bildiğimiz efsanevi oyuncu Ralph Fiennes,hala benim gözümde santraç kız olan Anna Taylor Joy ve tatlış Nicholas Hoult var.Oyuncu kadrosu da alt mesajları da filmde bence oldukça başarılıydı.
Film, uzak bir adadaki özel bir restorana giden genç bir çifte odaklanıyor. Restoranın sevilen şefi onlara birbirinden farklı yemeklerin yer aldığı bir tadım menüsü hazırlamıştır. Ancak yemekte şoke edici birkaç sürpriz de bulunacaktır.